MİMARLIK ELEŞTİRİSİ 
			Katmanlararası Müzakere: AKM Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu 
			Lale Özgenel, Prof. Dr., ODTÜ Mimarlık Fakültesi 
			AKM Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu, “1992’de açılan ulusal yarışmada 1. ödül aldıktan sonra tamamlanması 2021’i bulan Atatürk Kültür Merkezi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu Türkiye’de son yıllarda gerçekleşen en önemli kültür yapılarından biri olarak kültür-sanat alanındaki kalıcı yatırımlarla ilgili sabırlı bir mücadele ve emeği de örneklemektedir. Konumu ve yönlendirmesiyle Ankara’nın tarihî yer ve anıtları arasında bağlantı kuran yapı kompleksi cesur geometrik tavrı, anıtsal ölçeği ve ikonik özellikleriyle Ankara’nın kültür-sanat haritasında güçlü bir odak haline gelmiştir. Karmaşık programın ustalıkla çözülmesinin ötesinde barındırdığı mekânsal zenginlik, inşaatında kullanılan öncü teknoloji ve üst düzey teknik yetkinlik, malzeme seçimi ve işçilikteki özen nedeniyle” 2022 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı Dalı Ödülü”ne değer görüldü. 
			
			
			
			
			  
Projesi 1992  yılında yapılan ulusal bir yarışma ile elde edilen Atatürk Kültür Merkezi  Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasıkompleksi  3 Aralık 2020 tarihinde açıldı.[1] Yaklaşık  62.500 m2  inşaat alanına sahip kompleks içinde senfonik müzik, Türk sanat müziği, Türk halk müziği, çok  sesli koro ve halk dansları için performanslar salonları, prova ve çalışma birimleri  ve ilgili ofisler ile müze, kafeterya ve kütüphane gibi sosyal birimler ve  teknik alanları barındırıyor. Sembolik kurgusu, mimarisi ve kullanılan yapı  teknolojilerinin yanı sıra yarışma ve uygulama arasında geçen sürenin uzunluğu  ve bu sürecin hikayesiyle mimarlık araştırmaları ve tartışmalarına farklı  boyutlarıyla konu olacak zenginliğe sahip kompleks 2022 yılında, XVIII. Ulusal  Mimarlık Sergisi ve Ödülleri programı kapsamında verilen Yapı Dalı Ödülü’nü kazandı.  Açıldığı günden bu yana, proje müelliflerinin, özellikle Semra Uygur’un,  özverili desteği ve rehberliği ile yapı kompleksi, Ankara içinden ve dışından  gelen, aralarında özellikle mimarlık öğrencileri, mimarlar, sanatçılar,  müzikseverler olmak üzere çeşitli ziyaretçi grupları tarafından keşfediliyor.
Üçgen  prizma, küre ve oval prizma gibi temel geometrik biçimlere sahip bir grup yapıdan  oluşan CSO kompleksi, gerek içinde bulunduğu bağlamdaki yapılardan, gerekse  kentteki diğer kamusal yapı komplekslerinden oldukça farklı olan mimari  tasarımı ve siluetiyle ayrışıyor. Senfoni orkestrası, opera, bale ve tiyatro  gibi sahne icraatları için tasarlanmış tarihi ve modern performans yapılarında  olduğu gibi mimari endamıyla dikkat çeken kompleks, dışa vurumcu tektonik tavrı,  tasarıma altlık oluşturan kavramsal çerçeve ve program yorumu, malzeme kullanımı  ve teknik uygulama detayları açısından çok katmanlı bir tasarım ve anlam  kurgusu içeriyor. Yapının algılanan hacimleri ve görünen mekânları kadar,  kamusal kullanıma kapalı mekânları da beklenmedik karşılaşmalar sunuyor.
“Yer ve  aidiyet”, CSO kompleksinin tasarımına yön veren etkin bir kavramsallaştırma referansı  olarak değerlendiriliyor. Kompleks için ayrılan alanın Ankara’nın Cumhuriyet  dönemi kentsel büyüme aksı olarak gelişen Atatürk Bulvarı’na cephe vermesi, gerek  vaziyet planı kararlarının gerekse mimari tasarımın çıkış noktasını  oluşturuyor. Yapı üzerine kaleme alınmış yayınlarda,[2] proje müellifleri hem bulvarla komşuluk ilişkisini hem de bu ilişkinin  Anıtkabir’e ve Ankara Kalesi’ne görüş açısı veriyor oluşunu kıymetli bularak  önemsediklerini vurguluyor, yapının sembolik kurgusu ve mimari gelişimini bu  referansa dayandırdıklarını anlatıyorlar: “Anıtkabir’e bakan tek vistayı veren  alt kotta bir boşluk olup o dönemde nispeten terk edilmiş bir konuma sahiptir.  Bu coğrafi-kentsel konumu tersyüz edip yorumlayan mimari tutum zamansız bir mekânın  tasarısını hedefler”.[3] Bu iki simge yapı arasında uzanan görsel aksın üzerine mimari kurgunun gelişim  eksenini temsil eden üçgen prizma formlu fuaye kitlesi yerleşiyor. (Resim 1) Bir bakıma bu aksı fizikselleştiren  / hacimselleştiren, geçirgen bir cam örtü altında hacim kazanan fuaye yaya  akışını içinde toplayan bir buluşma ortamını, kompleksin hem sembolik hem de  kamusal kullanım odağını temsil ediyor ve mimarları tarafından kente ve halka  ait bir “kent odası” olarak tanımlanıyor. Işığı rahat, ısıyı en az geçiren özelliklere  sahip cam panellerden oluşan eğimli çatı-cephe yüzeyleri, tıpkı kentsel bir  açık alanda olduğu gibi, hem zamanın ve gökyüzünün hem de gün ışığı, kar ve  yağmur gibi çevresel ve iklimsel durumların fuayeden deneyimlenmesini olanaklı  kılıyor. Müellifleri, kompleksi oluşturan yapılardaki yüzeylerde kaplama  malzemesi olarak kullandıkları Marmara mermerine referansla “gri-beyaz” olarak  tanımladıkları kompleksin kendisini “bulutlu havalarda coğrafyanın ve iklimin  bütünü içinde bir siluet haline getirdiğini” de söylüyor. Öte yandan, bulvar  tarafında ön görülen kentsel bağlantı aksının / allesinin (projede “Müzik Yolu”  olarak tanımlanan) projelendirildiği şekilde uygulanmayışı ve bu alleye açılan ana  yaklaşım kapısının kapalı tutuluyor oluşu, tasarımın sembolik kurgusunda ön  görülen Atatürk Bulvarı referanslı kullanım senaryosunun hayata geçmesini, şeffaf  fuayenin hayal edildiği şekilde Atatürk Bulvarı’ndaki yaya akışıyla hemhal  olmasını ve CSO kompleksi içine sirayet etmesine olanak vermiyor. Buna karşın,  fuaye, mimarlarının tasavvur ettiği kent odası işlevini büyük ölçüde yerine  getiriyor. Bulvara endekslenen, bulvar üzerindeki yaya akışıyla hem zemin  ilişkilenecek şekilde yorumlanan ana yaklaşımı tersine çeviren mevcut kullanım  düzeninde fuayeye giriş, arka taraftan ve daha alt kottan bir yaya köprüsüyle  sağlanıyor. Bu durum, fuayeye ve konser salonlarına erişim ve kullanım  açısından bir sorun oluşturmuyor. İki farklı kottan ve yönden alınan girişler ana  ekseni temsil eden fuayede buluşuyor, galeri katı ve yürüyen merdivenlerle  kotlar arasındaki yaya akışı sürekli kılınıyor, fuaye kitlesi düşeyde tek bir  hacim olarak algılatılıyor. Buna karşılık izleyiciler / halk bulvar yürüyüşü ve  yaklaşımıyla bütünleşerek hissedilecek ve anlam kazanacak Ankara Kalesi-Anıtkabir  aksı deneyiminden mahrum kalıyor.
Yarışma  projesinin ana fikrine sadık kalan yapının mimari kurgusu Anıtkabir’in görünürlüğünü  kapatmamak için bulvar tarafındaki kentsel zeminden aşağıya çekiliyor, kot  farkı değerlendirilerek elde edilen çökertilmiş bir su avlusu etrafında  gelişiyor. Konser salonları ve fuaye, bu avlunun odağında, bir ada olarak  yükseliyor. Fuayenin iki yanında geometrik biçimi ve büyüklüğü farklı iki salon  konumlanıyor; 2.000 kişilik yumurta formlu Senfoni Orkestrası Konser Salonu ve  500 kişilik küre formlu Oda Orkestrası Konser Salonu. Yarışma projesinde düz  çatılı olarak önerilen salonlar, uygulama sürecinde, mimarlarının deyimiyle  “Ankara’nın merkezinin en çukur yerinde daha iyi kucaklanmak” için yuvarlak  kabuklu hacimlere dönüşerek hem prizmik fuaye ile daha bütünleşik bir yapı  grubuna evriliyor hem de kendi “tekil formlarıyla daha nitelikli hale geliyor, fuayeye  daha net takılıyor.”. Bireysel ve grup çalışma odaları, prova odaları, kayıt  odaları, giyinme odaları, idari ofisler, sağlık odası, kütüphane, spor salonu gibi  icra salonları dışında kalan diğer program ögeleri merkezdeki kamusal mekan  üçlemesinden (fuaye-büyük salon-küçük salon) bağımsız tasarlanmış iki çeper  blok içinde çözülüyor. Bu iki blok topografyaya sırtını dayayan ve sadece  konser salonlarının bulunduğu adaya cephe veren eğik çatı ve cephe yüzeyli  kitleler olarak avlunun yan çeperlerini tanımlıyor, adaya şeffaf bir tüp geçiş  ve asansör kulesi ile bağlanıyor. Bloklardan biri Senfoni Orkestrasının  programını, diğeri Çok Sesli Koro, Türk Halk Müziği Korosu, Türk Sanat Müziği  Korosu ve Halk Dansları Topluluğu’nun programlarını barındırıyor. Avlunun  üçüncü çeperini çatısı Atatürk Bulvarı tarafında ön görülen ana yaklaşım allesiyle  hemzemin bir otopark kitlesi tutuyor; otopark konser adasına yaya geçişi  verirken aynı zamanda yanlardaki blokları da birbirine bağlıyor.
Su,  tasarımın anlamlandırılması ve icra edilmesinde güçlü bir araç olarak  yorumlanıyor. Nitekim, yarışma raporunda müellifler tutundukları düşünsel  kurguyu; “Salonlar ve fuaye, kompleksin diğer birimlerince ve toprakla  çerçevelenerek bir krater gölünün içinde korunmaya alınmıştır. Bu koruma  akustik ve görsel bir koruma olmakla birlikte fuaye ortadan yükselir, Anıtkabir  ve Kale’nin karşılıklı söyleyişine katılırlar." Konser Salonu ana kitlesi  krater gölünün içinde olmakla birlikte "ben buradayım" dercesine  başını kaldırır. Su ile çevrelenen yapının görsel etkisi yansımalar ile  güçlenir" şeklinde ifade ediyorlar.[4] Bu şiirsel anlatıma göre, hareketli ve yansıtıcı bir yüzey olarak  değerlendirilen su, dışavurumcu formlarıyla komplekse işaret değeri kazandıran fuaye  ve salonları hem ayıran hem de vurgulayan deneyimsel ve sınır tanımlayıcı bir rol  üstleniyor ve bu anlamda, tasarımın bütününe yönelik sınırlı katkı veriyor; örneğin  yapının kamusal odağı olan fuaye ile ilişkilenmiyor. Fuaye kütlesinin yan  yüzeylerini oluşturan masif çıplak beton duvarlar bu cepheleri geçirimsiz  kılıyor. Öte yandan, geleneksel olarak dışa kapalı ve içe dönük olarak işleyen  performans salonlarının aksine her iki salonun kabuklarında yer yer açılan  dairesel ve bant pencereler farklı kotlarda su ile noktasal düzeyde görsel karşılaşmalar  sağlıyor. Su ilişkisi ana giriş olarak kullanılan güneybatı yaklaşımında,  buradaki yaya köprüsünde ve komplesin iki yan çeperinde konumlandırılmış, özel  kullanımları barındıran bloklarda yoğunlaşıyor. Çökertilmiş su avlusu, bu  anlamda doğrudan ve en güçlü ilişkiyi sadece bu avluya cephe veren bloklarla  kuruyor. Bu blokların avlu kotunda düzenlenen arkadlar, suyun yapıyla süreklilik  ilişkisinde olduğu mekânlar olarak öne çıkıyor; avlu, çalışma ve provalara ev  sahipliği yapan bu blokların sakinleri için “mahrem” ve “dingin” bir atmosfer  vaat ediyor. 
İhtiyaç  programı beklentileri ve kullanıcı ihtiyaçları göz önüne alındığında, CSO  kompleksinin mimari şemasının kamusal ve özel kullanım arasında kademeli bir  ilişkilendirme / ayırım tanımlamayı hedeflediği, bunu da yer - topografya  yorumuyla gerçekleştirdiği izleniyor. Özel kullanımlara ayrılan yan blokların mimarisindeki  eğik çatı ve eğik cephe sürekliliği, hem bir kimlik ve siluet hem de yere  tutunma unsuru olarak yorumlanıyor; yapılar, cephe vermediği kente varlıklarını,  topografyanın bir uzantısı olarak hareket eden eğimli çatı yüzeyleriyle  algılatıyor. Kompleksin mimari kesitinin net bir şekilde ifade ettiği gibi, yer  - topografya düeti, konser salonları, müze ve kafeden oluşan kamusal mekanları  fuaye aracılığıyla kentsel kotlarla buluştururken, özel kullanımların kentsel  düzlemlerle süreklilik ilişkisini topografik mimari jestlerle sınırlıyor. Çökük  su avlusu ile bu avlunun bir çeperini tam diğer iki çeperini kısmen oluşturan  eğimli yeşil yüzeyler adayı kopartıyor ve bağımsızlaştırıyor. Avlulu şema  gereği kompleks işaret değerini merkezindeki kitle kompozisyonundan alıyor. Yandaki  blokların merkezdeki yapı grubuna yönlenişi adayı adeta birer kalkan içine ve  kentsel bir kadraja alıyor.
Mekânsal  kurgu, bu kurguyu oluşturan katmanlar, ögeler ve ilişkiler ortogonal düzenli,  keskin hatlara sahip bir vaziyet planı içinde çözülüyor. Vaziyet planının katı  düzeninin, ortasında yükselen yumurta ve küre formlu konser salonlarını odağa almak,  ve adanın siluet algısını güçlendirmek adına tutarlı bir yaklaşım sergilediği söylenebilir.  Bir başka açıdan bakıldığında ise, bu ortogonal düzenin komşu yapılar Cer  Modern Sanatlar Merkezi ve tarihî CSO binasını kendi ekosistemi dışında tutan  bir bitmişlik, bir içe dönüklük sergilediği de söylenebilir. Aynı alan içinde  bulunan tarihi Cer Atölyeleri’nin (1926-1927) restorasyon ve yeniden  işlevlendirme çalışmaları da Uygur Mimarlık tarafından, yine oldukça uzun sayılabilecek  bir süreç içinde yapılmış; ve yapı 2010 yılında “Cer Modern Sanatlar Merkezi”  olarak faaliyete geçmişti. Açılışlarının arasında on yıl olan Cer Modern ve CSO  kompleksinin aynı mimarlık ofisi tarafından tasarlanması, ofisin bu alanı  kapsayan bağlamı farklı katmanlarıyla her anlamda çok iyi etüt ederek  içselleştirmiş olması, bir anlamda bu alanın uzun yıllar ofisin gündeminde edindiği  süreklilik Türkiye’de sık rastlanmayan özel bir durum. Nitekim müellifler de bu  birlikteliği önemsemiş, yaptıkları konuşmalarda, binalar hakkında çıkan  yazılarda bağlam içindeki yapıların ilişkilenmesinden bahsetmiş, hatta Cer  Modern projesinin uygulaması sürerken, “Cer Modern’in müellifleri tarafından  yapının hemen kuzeyinde inşa edilmekte olan AKM CSO Konser Salonu  tamamlandığında, bölgenin bir kültür kesişim noktası olarak yer hissinin  güçleneceği ve Ankara için nitelikli bir kültür jeneratörü olacağı  düşünülmektedir” demiştir.[5] Bununla birlikte, CSO kompleksinin su avlusuna ve adaya odaklanan şeması, kentsel  kotlarla bağlantılı yaklaşımlar ve birimler arası geçişler sunuyor olmasına  karşın, bir içe dönme tavrını temsil ediyor. Bu tavır yakın komşu olan Cer  Modern Sanatlar Merkezi, tarihî CSO binası ve CSO Kompleksini bir katman olarak  bir araya getirmiyor. Birbirlerinden bağımsız gelişen, bağlam içinde farklı  açılarda konumlanagelmiş mevcut iki kültür yapısı, kompleksin keskin sınırlı  çevre ve peyzaj düzenine yaya yollarıyla eklemleniyor. Ancak kompleksin  heybetine oranla nispeten kılcal kalan bu buluşma üç yapıyı kaynaştıracak bir hikaye  örmüyor. Yapılar arasında mekânsal, sosyal ve işlevsel bağlaçlar kuracak bir  katmanın, CSO kompleksinin çok katmanlı kurgusunu zenginleştireceği ve alanının  tümüne dair daha güçlü bir söz söyleyebileceğini akla getiriyor.
Şüphesiz  ki CSO kompleksinin temsil ettiği mimari kimliğin özünü en iyi mimarları dile  getiriyor: “Tasarım bütünündeki sembolik yaklaşım farklı ve basit öklidyen  formların şiirsel kompozisyonları ile okunur. Formların en yalın ve basit  biçimleri ile kullanılma çabası ve onların şiirsel olarak bir araya  getirilişlerindeki ısrar teknik ve teknolojik arayışlara neden olur”.[6] Gerçekten  de CSO kompleksi mimarlık, mühendislik ve yapım teknolojisi arakesitinde duran,  merkezinde mimarlık olan disiplinlerarası bir uyum ve çözüm projesi olarak da  okunabilir. Uluslararası bir akustik uzmanın mimari ekiple uzun soluklu  çalışması, mühendislik gruplarının mimari ve akustik tasarıma uygun sistemler  ve detaylar geliştirmeleri kuşkusuz ki, ses yönetiminin ve görsel konforun  başat konular olduğu böyle bir yapıda olması gereken iş birlikleri. Salonların  içinde yansıtıcı olarak kullanılan cam yüzeyler, fuayenin iç yan cephelerinde  dekoratif bir desen şeklinde uygulanan, ses kontrolüne katkı sağlayan dairesel  diskler ve konser salonlarının yuvarlak konturlu hacimlerini yekpare bir beton  kabuk strüktür olarak elde etmek için Türkiye’de ilk kez uygulanan şişme kalıp  yöntemi mimari tasarımı esas alan, araştırma ve analize dayalı yaratıcı ve  güncel çözümlere örnek verilebilir. Mimarlar, büyük salonda, “üzüm bağı oturma  düzeni” olarak tanımlanan, orkestrayı salonun en alt kotunda ve ortaya yakın  konumlandıran, farklı eğimlerde en iyi akustik performansı ve görsel deneyimi sağlayacak  şekilde seyircileri sahnenin etrafına yerleştiren oturma düzeninin de uzman  önerisiyle şekillendiğini; sahne kotundan geriye doğu yükseldikçe dikleşerek  eğimlenen bu düzen ile koltuklarda, katların ve locaların iç ve dış yüzeylerinde  homojen kullanılan ahşabın da, oval prizma formlu bir hacimde istenilen büyüklükte  seyirci kapasitesini, en üst akustik ve görsel konfor düzeyinde sağlamak adına tercih  edildiğini ifade ediyorlar.
CSO kompleksi  ansiklopedik bir yapı olarak değerlendirilebilir. Örneğin, güncel mimarlık  ortamında izlenen form arayışlarına kapılmayan, tasarımın sembolik ve tektonik  kurgusu ile program beklentilerini yer-topoğrafya-aidiyet referansında  yorumlayan, bu yorumu geleneksel içe dönük avlu şeması içinde mimari çözüme  kavuşturan, avluyu su ögesiyle dinamik ve yansıtıcı bir yüzeye dönüştürerek  kamusal/özel arasında kontrollü bir geçirgenlik elde eden ama özel alanlara ait  kılan, biçimleriyle kendilerini açığa çıkararak kentsel işaret değeri kazanan  bir yapı grubu olarak. Ya da işlevlerin gerektirdiği imalat ve teknolojik  katmanlarını mimari bütünlük içinde harmanlayan, abartılı malzeme kullanımı ve  eklenti ögelerden uzak duran bir yapı olarak. Veya sert mizaçlı vaziyet kurgusu  ve statik mimari kompozisyonu ile bulunduğu noktada muhkim ve komşu yapılara  biraz mesafeli bir yapı olarak. Salt endamlı bir mimari formlar manzumesi  olarak değil, aynı zamanda 29 yıllık bir sürecin sonuç ürünü olarak, başta  müellifler ve işveren kurum olmak üzere farklı aktörlerin ve kurumların;  değişen gündemlerin, yönetmeliklerin ve bütçe olanaklarının; zaman içinde  gelişen yeni yapım teknolojilerinin şekillendirdiği, yani pek çok anlamda dirençli  bir proje, bir simge / örnek yapı olarak.
Çıplak  beton, cam, doğal taş ve ahşap gibi dönüşebilir malzemelerden oluşan, işlevselliği  öne çıkaran ve dışa vuran bu rasyonel yapılar kompleksi, ya da mimarlarının  deyimiyle bu “enigmatik bir araya geliş”, kelimenin tam anlamıyla zamana  direndi, süreç içinde yaklaşık 200 yıllık geçmişiyle dünyanın saygın  orkestraları arasında sayılan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve  birimlerinin evi olarak gelişti. Türkiye’de sadece senfonik müzik icraatı için  tasarlanan ilk yapı olma özelliği taşıyan CSO kompleksi bir kimlik meselesinden  öte, işlev, aidiyet, yapı fiziği ve zaman arasındaki alışveriş ve müzakere ile özgünleşen  bir süreci temsil ediyor.
*  Verdikleri bilgiler ve hoş sohbetleriyle yazının hazırlanmasına katkı veren  Semra Uygur ve Özcan Uygur’a; yapı hakkında çıkan haberleri ve yazıları  derleyerek ileten Deniz Uygur’a teşekkür ederim.
*Aksi  belirtilmedikçe görseller Ulusal Mimarlık Ödülleri arşivinden alınmıştır.
NOTLAR
[1] Yarışma şartnamesi için, bkz: https://www.arkitera.com/wp-content/uploads/2021/09/yarisma_kitabi.pdf [Erişim: 10.01.2023]
[2] Yapı hakkındaki bazı diğer yayınlar: 2021, “Atatürk Kültür Merkezi CSO Konser Salonu ve Koro Binaları”, Serbest Mimar, sayı:40-41, ss.24-41; 2021, “Atatürk Kültür Merkezi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestarsı Konser Salonu”, Yapı, sayı:470, ss.66-77;
Mimarlarla söyleşi: “Bu Tip Anıtsal Yapıların Sonlanması için Başbakanlık ya da Cumhurbaşkanlığı Düzeyinde Sahiplenilmesi Gerekiyor”, https://m.arkitera.com/soylesi/690/cumhurbaskanligi-senfoni-orkestrasi-konser-salonu [Erişim: 10.01.2023]
[3] Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri Programı (XVIII), Yapı Dalı Kategorisi, Mimari Açıklama Raporu.
http://mo.org.tr/ulusalsergi/index.cfm?sayfa=YD_AKM [Erişim: 10.01.2023]
[4] 1992, “C.S.O. Konser Salonu Yarışması Ardından; Mimari Açıklama Raporundan”, Mimarlık, sayı:250, s.63.
[5] “Cer Modern Sanatlar Merkezi”, Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi, cilt:4, ss.201-215.
https://uygurmimarlik.com.tr/media/docs/102_Vitra_Cagdaslik_Dizisi_4_2015_CER.pdf [Erişim: 10.01.2023]
[6] Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri Programı (XVIII), Yapı Dalı Kategorisi, Mimari Açıklama Raporu.
http://mo.org.tr/ulusalsergi/index.cfm?sayfa=YD_AKM [Erişim: 10.01.2023]
			
			
			Bu icerik 5276 defa görüntülenmiştir.