TEHDİT ALTINDAKİ KÜLTÜR MİRASI
Antalya Arkeoloji Müzesi (1972)
Hilal Tuğba Örmecioğlu, Prof. Dr., Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Bölümü;
Aslı Er Akan, Prof. Dr., Çankaya Üniversitesi Mimarlık Bölümü
1960’lı yıllarda Antalya’nın henüz kentleşmemiş batı yakasında, Konyaaltı Plajı ile Beydağları arasında kalan doğal topoğrafya üzerinde, kültürel bir odak yaratma arzusuyla yola çıkılmış; bu vizyon 1964 yılında açılan mimari proje yarışması ile gerçekleştirilmiştir (
Resim 1). Yarışmayı kazanan Doğan Tekeli, Sami Sisa ve Metin Hepgüler’in özgün tasarımı doğrultusunda 1972 yılında tamamlanan Antalya Arkeoloji Müzesi, yalnızca bir müze binası değil; dönemin çağdaş müzecilik anlayışını, modern mimarlık ilkeleriyle bütünleştiren çığır açıcı bir kamusal yapı olmuştur. Türkiye'nin yarışmayla yapılan ilk müzesi olması, ülkenin kültürel politikalarındaki gelişimin somut bir ilk örneği olma özelliği taşır (
Resim 2, 3).
Yaklaşık 35.000 m² arazi üzerinde, 8.000 m² kapalı alana yayılan yapı; arkeolojik eserlerin kronolojik sergilenmesini esas alarak planlanmıştır. Müzenin tasarımı, Beydağları’nın yatay siluetinden ilhamla parçalı bir kütle kompozisyonuna sahiptir. Deniz manzarası ve peyzajla bütünleşen bu yatay yayılım, yerle uyumlu mimari anlayışın en karakteristik örneklerinden biridir. Parçalı kütle, modüler tasarım, iç - dış mekân ilişkisi ve yalınlık gibi dönemin estetik ve fonksiyonel anlayışlarını barındırır. Modernizmin getirdiği tasarım ilkeleri, yapının formunda ve mekân kullanımında açıkça görülmektedir. Özellikle iç mekân ve dış mekân arasındaki sınırların belirgin olmaması, mekânın kullanımını zenginleştiren ve dönemin mimarlık diline katkı sağlayan bir özelliktir. Lapidaryum gibi açık ve yarı açık alanlar, avlular ve geçiş mekânlarıyla iç - dış ilişkisinde süreklilik sağlayan müze, iklime duyarlı tasarımıyla da dikkat çeker. İç - dış mekân sürekliliğini gözeten bu tasarım yaklaşımı, yapının zaman içinde kentle bütünleşmesini sağlayan önemli bir unsurdur (
Resim 4).
Yapıda kullanılan 1.50x1.50 metrelik modüler sistem, sadece taşıyıcı strüktür değil, aynı zamanda dolaşım ve mekânsal organizasyonun da belirleyicisi olmuştur. Farklı yüksekliklerde tasarlanan teras çatılar, doğal ışığın içeri kırılarak girmesini sağlarken, cephelerde yatay ve düşey açıklıkların kombinasyonundan doğan özgün pencere tasarımları, ışık - gölge oyunlarıyla yapıya dinamik bir yüz kazandırır. Giriş holü, şeffaflık ve açıklığı vurgulayan bir mimari dil ile tasarlanmış, geniş basamaklar ve saçak altında konumlanan açıklıkla ziyaretçiyi içeri davet eden bir mekân haline getirilmiştir.
1988 yılında “Avrupa Konseyi Yılın Müzesi Özel Ödülü”ne layık görülen yapı, uzun yıllar bölgenin en nitelikli müzecilik örneği olarak varlığını sürdürmüştür. Ne var ki, zamanla artan işlevsel ihtiyaçlara cevap vermek üzere yapılan niteliksiz eklentiler, yapının cephe ve mekânsal bütünlüğünü zedelemiş, orijinal tasarımı başkalaştırmıştır. Özellikle servis ve depolama ihtiyacına yönelik yapılan bu müdahaleler, yapının özgün kütle organizasyonunu, cephe dokusunu ve plan kurgusunu tehdit eder hale gelmiştir. Hatta ilk bakışta yapının modern Akdeniz mimarisine özgü iklimsel kaygılarını ve doğayla bütünleşme fikrini yansıttığının okunması bugün neredeyse imkansızdır.
Antalya Arkeoloji Müzesi, bir yandan modern mimarlığın ülkemizdeki sayılı örneklerinden biri olarak önemini korurken, diğer yandan kamusal hafızada ve kentsel peyzajda taşıdığı değeri, özgün mimarisine yönelmiş tehditler nedeniyle kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Ne yazık ki geçtiğimiz haftalarda kamuoyuna tanıtılan yeni proje ile mevcut yapının depreme dayanıklı olmadığı gerekçesiyle yıkılarak yerine yeni bir müze kompleksi inşa edilmesinin planlandığı öğrenilmiştir. Bu durum, yapıldığı dönemin inşa koşulları ve yönetmelikleri göz önüne alındığında beklenen bir sonuçtur. Ancak, tek katlı bir yapı olan müzenin modern güçlendirme teknikleriyle, örneğin FRP (Karbon Fiber Takviyeli Polimer) gibi yöntemlerle hızlıca güçlendirilmesi teknik olarak mümkündür ve yıkılıp yeniden yapılmasından daha ekonomik bir çözüm sunacaktır.
Yapının tescil edilmemiş olması, müdahalelerin ve yıkım kararlarının kontrolsüz ilerlemesini kolaylaştırmakta, gelecekteki koruma ve restorasyon süreçlerini belirsizliğe sürüklemektedir. Bu nedenle Antalya Arkeoloji Müzesi’nin yalnızca kültürel içerikleriyle değil, mimari mirasıyla da korunması, kapsamlı bir envanter çalışmasıyla tüm yapı bileşenlerinin tescillenmesi ve gelecekte yapılacak müdahalelerin özgün tasarıma sadık kalacak şekilde yürütülmesi büyük önem taşımaktadır. Ancak bu yolla, yapının hem kültürel hem de mimari bellekteki yeri korunabilir; Antalya’nın modern mimari mirası gelecek kuşaklara aktarılabilir.
KAYNAKÇA
Anonim, (1941).
Arkitekt, 1941(121-122), ss.43-45.
Anonim, (1943). Bibliografi,
Arkitekt, sayı:1943 (141-142), ss.235-236.
Anonim, (1969). Haberler,
Arkitekt, sayı:1969-04 (336), s.180.
Antalya Bölge Müzesi Mimari Proje Yarışması Jüri Raporu (1964),
Arkitekt, sayı:314, ss.28-37.
Er Akan, A.; Örmecioğlu, H. T.; Erkılıç Kökcen, T., 2023, “Bir Turizm Potansiyeli Olarak Tarihin Sergilenmesi: Antalya Bölge Müzesi Yarışması Örneği”, Anadolu’nun Yeniden İmarı, S. Arslan Selçuk (ed.), F. Sönmez (ed.), Ankara,
İdealkent, pp.170-177.
Sade, Ö.,2005, “Türkiye’de Tasarlanmış Müze Yapıları”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İTÜ.
Tekeli, D.; Sisa S., 1994,
Projeler, Yapılar 1954 - 1994, YEM Yayınevi.
Tekeli, D.; Sisa S.,1974,
Projeler, Uygulamalar 1954 - 1974, APA Ofset.
Bu icerik 9 defa görüntülenmiştir.