DOSYA: XX. ULUSAL MİMARLIK SERGİSİ VE ÖDÜLLERİ’NE DOĞRU
Soruşturma
Dürrin Süer, Burak Altınışık, Gülsün Tanyeli, Hasan Şener, Kerem Erginöz, Hüseyin Kahvecioğlu, Mert Uslu, Semra Uygur, İbrahim Canbulat
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri Üzerine
Dürrin Süer
Mimarlar Odası tarafından 1988 yılından beri iki yılda bir kesintisiz düzenlenen Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri Türkiye mimarlık kültürünün en prestijli ve kurumsallaşmış platformu olarak konumlanıyor. Mesleki açıdan bir deneyim paylaşım ortamı olarak görülebileceği gibi, mimarlığı kamuoyunun gündemine taşıyarak toplumsal farkındalık yaratılmasına katkı sağlıyor. Bu platform ödüllendirmenin yanı sıra sergileme eylemiyle güncel üretimleri kayıtlayıp, arşivleyerek bilginin gelecek nesillere aktarılması, tarihsel bir bellek oluşturulması misyonunu da üstleniyor. Katılımcı işlerin ve ödüllerin yer aldığı, her ödül döneminin bir ürünü olarak basılan kataloglar ulusal ve uluslararası ölçekte, özellikle akademik çalışmalar için önemli bir kaynağı da oluşturuyor.
Bir alandaki başarı veya yetkinlik karşılığı verilen armağan olarak tanımlanan ödül, ona değer görülen kurum ve / veya kişileri de ayraca alıyor. Ödül veren kurumun yetkinliğinin başat belirleyici olduğu yaklaşımıyla, meslek ortamındaki yetkin bir mercinin verdiği ödül - fikri, hizmeti, ürünü, kişiyi - onamış oluyor. Bu onanma hali, adaylık ve / veya ödül genç mimarlar için mesleki özgüveni pekiştirirken, öne çıkararak görünürlüğü artırıyor. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri özelinde, ödül alan yapıların Ağa Han Mimarlık, Mies van der Rohe ödülleri gibi önemli programların doğal adayı olması, mimarlarının da küresel platformda yer almasını sağlıyor. Günümüzün rekabete dayalı üretim ortamı içinde önemli bir referans oluyor.
Bununla birlikte ustalar içinse deneyimin tanınması olarak önemli bir dönüm noktasını oluşturuyor. Özellikle toplumsal ölçekte mimarlığın bir rant aracı olarak, mekânsal niteliğinin ve kültürel değerinin önünde yer almaya başladığı, doğal, yapılı çevre ve kültürel miras açısından yıkıcı rol oynayabilen, dolayısıyla meslek insanı olarak mimarların da araç olmaya zorlandığı bir üretim ortamı içinde direnen, mücadele etme gücü gösteren, nitelikli işler ortaya koyan meslek insanlarını ve işlerini öne çıkarmanın çok değerli olduğunu söylemek gerek.
Program şartnamesine göre, Büyük Ödül ve Katkı Ödülü adı altında kişi, ekip veya kurumlar öne çıkarılarak ödüllendirilirken, Başarı Kategorisinde, Yapı, Proje ve Fikir Sunumu olarak üç ayrı dalda, işler üzerinden değerlendirme yapılıyor. Düzenlenmeye başlanan tarihten beri 19 kez gerçekleştirilen programa, Başarı kategorisindeki üç dala toplam 2737 eser gönderilmiş ve 162’si ödüllendirilmiş.
Bu bağlamda ülkedeki mimarlık kültürünü ve niteliğini temsil etmesi açısından, Yapı dalına odaklanıldığında 99 yapının ödül aldığı görülüyor. Ülkede gerçekleşen yapı üretiminin niceliği karşısında bu sayının çok düşük olduğunu düşünmekle birlikte, mevcut ve inşa edilmekte olan yapı stokunun büyük çoğunluğunun nitelik olarak bu programda yer alamayacak denli mimari nitelikten uzak olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Niceliksel olarak bakıldığında, ödül alan yapıların üçte ikisi İstanbul, Ankara ve İzmir’de, kalan bölümü ise Çanakkale, Muğla gibi büyük şehirlere, tekil örneklerle de Kocaeli, Bursa, Sakarya, Diyarbakır, Nevşehir, Mersin, Antalya vb. illere dağılıyor. Bu nitelikli (ödüllü) yapı yoğunluğunun idari ve kısmen coğrafi dağılımın, sosyolojik olarak nüfus ve üretim yoğunluğuyla paralellik göstermesi de şaşırtıcı bir sonuç olarak görünmüyor. Son dönemlerde ödüllerin büyük illerden, özellikle İstanbul’dan farklı illerdeki yapılara verilmesindeki artışı ekonomik dönüşümün mimariye yansıması olarak yorumlanabilir.
Programın başlangıcından itibaren seçilen - ödül verilen işlere, jüri raporlarının değerlendirme kriterleri, yapı tipolojisi, işlerin tasarım yaklaşımları açısından bakıldığında, ilk dönemlerde biçimsel yenilik ve estetik odaklı kriterlerle değerlendirilmiş seçkilerin öne çıktığı, sonraki dönemlerde ise çevresel sürdürülebilirlik, kültürel miras kavramlarının değerlendirmelerde etkili olduğu ve kentsel dönüşüm, sosyal konut, kültürel mirasın yaşatılması gibi temaların seçkilerde öne çıktığı söylenebilir. Bu dönüşümü, mimarlığa, yapılı çevreye, kentsel mekâna küresel ölçekli yaklaşım farkının yansımasıyla birlikte, ülke özelinde, siyasi erk aracılığıyla ve desteğiyle yıkıcı imar faaliyetlerine karşı duruşun ifadesi olarak da değerlendiriyorum.
***
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri: Söylenegelenlerin Otuz Beş Yılı, Türkiye’de Mimarlığa Etkisi ve Geleceğe Yönelik Anlamı
Burak Altınışık
Türkiye mimarlık ortamında, Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri Türkiye'nin mimarlık birikimini belgeleme, tartışma ve kamuoyunda yayma amacı güden önemli bir etkinliktir. “Mimarlığın ve mimarların tanıtımı” kapsamında “yabancı mimarları gündeme getirmek isteyenlere en anlamlı cevap” ifadesindeki
[1] dönemin politik tercihleriyle mimarlık ortamı arasındaki tansiyonun Türkiye mimarlık tarihyazımındaki tekrarlardan “yabancı mimar sorunu”na tepkiyle başlayan program, 1988 yılından beri mimarlık ortamını şekillendiren ilk kurumsal girişim ve mekanizma olarak yıllar içinde saygınlık edinerek süregelmiştir.
Ağırlıklı olarak seçici kurulu oluşturan aktörlerin biçimlendirdiği etkinliğin söylemi kabaca şu çerçevededir: Mimarlığın kamuoyu ve meslek gündeminde tanıtılması, tartışılması ve belgelendirilmesi; mimarlık pratiğinin güncelliğine dair farklı mimari programlar ve bağlamlar için üretilmiş fikir ve uygulamaları panoramik bir seçki içinde biraraya getirmek; kapsadığı iki yılın mimarlık ortamına dair oluşturulan doğaçlama çerçeve içinde ülke mimarlığının bir dökümünü yaparak üretimlerin görünürlüğü artırmak; mimarlık aktörlerinin karşılıklı muhasebesine fırsat yaratmak; mimari kalitelerinin artırılmasını özendiren bir etki üretmek.
[2]
Türkiye’de mimarlık pratiği kültürünün gündeme taşındığı sergi ve ödüller simgesel değeriyle de öne çıkarken “birer teselli mükafatı”
[3] olarak kamuoyuna dönük vitrin kurulumu dışında mimarlar için içsel bir tatmin imkanı da sağlamaktadır.
İlk yıllarda dile getirilen katılım düşüklüğü ve dönem temsilindeki kısıtlılık sergi ve ödül programına düşülen ilk şerhlerin düzlem ve düzeyini belirler. Söz konusu şerh daha sonraki yıllarda tekrar edecek motiflerden biridir. Ülke mimarlığının belirli birkaç büyük kentinde konjonktürel yapı faaliyeti dışında, özel sipariş talepleri arz eden azınlık patronajına eklemlenmiş dar bir kümenin sürdürdüğü pratiklerin ödüllendirilmesiyle kapsayıcı bir temsil beklentisi arasındaki mesafe vurgulanagelecektir.
[4] Arada cılız kalan şerhlerden birisi ise çok sayıda katılım yerine nitelikli katılım önerisi olacaktır.
[5]
Kavramsal ve anlamsal yapısının değiştiği, günün geniş çerçevesinde tanımı yapılamayacak kadar karmaşık, bireysel ve tesadüfi bir mimarlık çoğulluğu ortamında
[6] mimarlığın nasıl tartışılabileceği konusunda bir dizi kuşkunun belirişi ve dile getirilişi önemliyse de, ödül ve sergi programı aracılığıyla bu kuşkuların ortamda dönüştürücü etki üretmeye cesaretlendirecek biçimde ne kadar peşinden gidildiği tartışmalıdır. Programın “yapı yapmaya yönelik ‘binacı’ mimarlık kültürü ısrarının sonuç verdiği bir vasatı” yansıttığı ama tasarlama edimine yönelik göstergelerin azlığı veya yokluğuna dair durumu görmezden geldiği eleştirisinin ise güncelliğini yitirmediği söylenebilir.
[7] Öyle ki “binacı mimarlık kültürü ısrarı” ifadesinin göstergesi olan, sadece pragmatik gerekçelerle örülü, Türkiye şartlarında iyi çözülmüş detaylarıyla sorunsuz inşa edilebilir bir yapı tasarlamanın ötesine geçmeyen tek sesli, tek biçimli bir tarife prim verilmesiyle, mimarlığın anlamsal ve kavramsal açılardan daraldığı eleştirileri dikkate alınması gereken sorunsallardan birine işaret eder.
[8] Bir başka sorunsal, programının mimarlığın güncel durumu hakkında ne derinlikte ve kapsamda bilgi, eleştiri ve diyalog zemini oluşturduğu ile ilgilidir.
Bu sorunsallar sadece sergi ve ödül programıyla sınırlı sayılmamalıdır. Kolektif bir imalat sahası olarak eğitim kurumlarında, gündelik hayatta ya da yarışmalarda icra edilen mimarlık pratiklerinin ortalamasına sirayet eden yaygın kültür düzlemi ve düzeyleriyle ilgili bir tartışmaya yönelme ya da kaçınma meselesi olduğunu belirtmek gerekir. Tasarım imalatlarına katılan aktörlerin hangi dertleri kendileştirdikleri, bu dertlerin imalatlarına nasıl yansıdığı, hangi temsiliyet düzlemlerinde, hangi düzeyde, hangi araçlarla, nasıl ifade edildikleri, ister ödül ve sergi programına, ister gündelik hayata nasıl aktarıldıkları ve anlatıldıkları sorgulanmayı bekleyen meseleler.
[9] Birbirine az çok benzeyen görece inşaat kalitesi muntazam yapı üretimlerinin mimarlık kültürü yayılımında yaratması beklenen tartışma imkanlarını ipotek altına alışı ve sarsılmaz gibi görünen değerler ve değerlendirme sistemleri aracılığıyla ehlileştirmesi, eleştiriyi de eksilterek bir çokluk yönelimi yerine sadece çoğulluk üretimi ve tüketimine yöneltiyor.
[10]
Yukarıdaki ifadeleri şu alıntılarla açmak mümkün: ilk ödül programında jürinin değerlendirme kriterleri ve seçimleri modernist kabullerle biçimlenirken
[11] ilerleyen yıllardaki tercihler “belirli mimari akım ve anlayışları öne çıkarmamaya; çağdaşlık, evrensellik, duyarlılık, özgünlük ve nitelik düzeyine; çalışmaların olgunluğuna; tasarım ve uygulamalardaki tutarlılığa; çevresel değerlere saygıya; ayrıntılardaki özene; teknolojinin doğru kullanımına; gücünü biçimden çok düşünceden almaya; yalınlığa; yapmacıksızlığa; rasyonel plan çözümlerine; seçilen teknolojinin kolay uygulanabilirliğine; malzemenin ikonoklastik mesajına sığınmamaya; tasarımın doğal gereksinimlerine” yönelir.
[12]
Bu türden bir dil ve düşünme kurulumu, farklılaşmalara izin vermeyen, başı sonu belli metalaşmış pratiklerin gereklerinin önden saptandığı ürünlerine dair kurumsallaşmış bir etkinliğin ilgili etiketleri almasını sağlayan özelliklerin sınırlarını çiziyor.
[13] Bu durumda programın oluşturması arzu edilen tartışma ve eleştiri ortamı bir temenniden öteye geçemiyor.
Sergi ve ödül programının Türkiye’deki mimarlık ortamının kesitini sunan önemli belgeleme kaynaklarından biri olduğuna şüphe yok. Oluşan birikimin Türkiye’de mimarlık tarihyazımı açısından güncele ve geçmişe yönelik yapılacak düşünce, tutum ve durum çözümlemeleri için kapsamlı veri sağladığı, çizilen mimari seyirleri kavramsal olarak saptama imkanları açtığı ancak bunun yeninin imalatına yönelik eleştiriyle nasıl etkin kılınacağı şimdinin gelecek aktörleri ve onların tercihleriyle biçimlenecek.
***
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri Üzerine…
Hasan Şener
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri ile ilgili olarak bugüne kadar olan sürecin değerlendirmesi ve geleceğe yönelik bazı önermeler aşağıdaki başlıklarda ele alınmıştır:
• Ulusal mimarlık envanterine katkı,
• Mimarlık eğitimi - öğretimi ile ilişkiler,
• Değişim ve dönüşümün mimariye yansımaları,
• Ulusal imar kısıtlamalarının etki düzeyi,
• Mimarlık alanındaki uluslararası ortak değerlerin etkisi ve yere bağlı değerler.
Ulusal Mimarlık Envanterine Katkı
Mimarlar Odası tarafından 1988 yılından bu yana iki yılda bir düzenlenen Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, ülkemizdeki mimarlık pratiği ve mesleki kültür konusunda seçme bir envanterin oluşmasına değerli bir katkı yapmaktadır. Bu arşiv niteliğindeki envanter, farklı temalarla yapılacak ulusal mimarlık araştırmaları için önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Yapılacak çalışmalar, tarihi süreçte ülkemizde oluşan mimari gelişme ve değişimleri kronolojik olarak saptama olanağı sağlayacaktır.
Mimarlık Eğitimi - Öğretimi ile İlişkiler
Ödüllendirilen mimarlık ürünleri ve anlayışları üzerinde yapılacak tespit ve değerlendirmeler, ülkemizde mimarlık eğitimi veren yükseköğretim kurumlarının mimarlara kazandırdığı bilgi, beceri ve yetkinliklerdeki farklılıkları da yansıtabilecektir. Bu farklılıkları gözlemlemek, değerlendirmek ve sonuçlar çıkarmak, geri bildirimlerle eğitim - öğretim kurumlarının kaynak programlarına da dolaylı katkı sağlayabilecektir.
Değişim ve Dönüşümün Mimariye Yansımaları
Değişim ve dönüşüm, bir yandan özellikle gelişmiş ülkeler kaynaklı yapı teknolojilerindeki gelişmeleri, diğer yandan yaşam kültürüne ve ihtiyaçlara ilişkin kullanıcı ve yatırımcı davranışlarındaki değişimleri, sosyal - kültürel - ekonomik yapıdaki toplumsal, yöresel -evrensel değişimleri ve etkileşimleri yansıtmaktadır. Dolayısıyla ülkemizdeki mimarlık ofislerinin ve mimarların günümüzde yurtiçi ve yurtdışında yaptıkları mimarlık hizmetlerinde ve ödüllendirilen eserlerinde değişim ve dönüşümü gözetmeleri kaçınılmaz olmaktadır.
Ulusal İmar Kısıtlamalarının Etki Düzeyi
Ödül alan mimari eserlerin çoğunda, özellikle ülkemizde mimari tasarımların ideal gelişmesine kısıtlamalar getiren ve sonuçta mimari ürünün niteliğini olumsuz etkileyen imar kurallarından mümkün olduğunca özgürleşmiş örneklerin ön plana çıktığı gözlemlenmektedir. Bu durum, ülkemizde mimarlık ürünlerini ve kültürünü olumlu etkileyecek imar kuralları (imar yönetmelikleri vb.) ve mimariyi kentsel ölçekte tanımlayan İmar Planları konusunda ciddi çalışmalara ihtiyaç olduğunu da ortaya koymaktadır.
Mimarlık Alanında Uluslararası Ortak Değerler:
Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, insan sağlığı ve çevresel sürdürülebilirlik değerlerini önceleyen inovatif yapı ve çevre ürünlerinin paylaşımı, yapım teknolojilerindeki gelişmeler, yaşam kültürlerinde oluşan birliktelikler vd. uluslararası ortak değerlerin giderek artmasını beraberinde getirmektedir. Bu bağlamdaki ortak değerler;
• Kentsel tasarım bağlamındaki yer’e bağlı mimari biçimlendirmeleri,
• İnovatif ürünlerin artarak yapı bünyesine girmesini ve tasarım kriterlerinin çeşitlenmesini, mimari ürünün biçimlenmesini, mekânlara yansıyan nitelikleri,
• Mimarlık eğitimi ile ilgili programların lisans ve lisansüstü düzeydeki ortaklıklarını, dolayısıyla mimarların ortak bilgi, beceri ve yetkinliklerini etkilemektedir.
Bu durum mimarların ürettikleri eserlerde uluslararası ortak değerlerin oluşmasına neden olmaktadır.
Ortak değerlerin oluşturacağı benzerlikler çok tekrar ettiğinde mimari ürünlerde kişilik sorunları oluşabilecektir. Bu durumda yer’e dair kültürel değerlerin yorumu mimari çeşitliliği ve özgünlüğü yaratmada yararlı olabilecektir. Ulusal Mimarlık Ödülleri değerlendirme kriterlerinin bu açıdan da değerlendirilmesinde yarar vardır. Bu konuda Aga Khan Ödülleri ile ilgili değerlendirme kriterleri belli açılardan örnek olabilir.
***
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödüllerinin Görünürlüğü
Gülsün Tanyeli
Tüm etkinlik alanlarındaki ödüller ne işe yararlarsa mimarlık ödülleri de o işe yarar: Kamuoyu oluşturmayı, o alana yönelik ilgiyi biçimlendirmeyi ve merakı canlı tutmayı sağlarlar. Yüzyıllar boyunca olmasa da çağdaş dünyada mimarlığın böyle bir ilgiye ihtiyacı vardır. Mimarlığa yönelik ilgi geçmişte onu deneyimlemeyle ortaya çıkardı. Yapılar ilk inşa edildiklerinde sadece işe yararlar ve bazen hayranlık da oluştururlardı. Ama gerçek bir ilgi odağı olmaları için efsaneleşmeleri gerekirdi. Bu durum geleneksel dünyadaki hemen her yapı için geçerlidir. Mısır piramitleri ancak yüzyıllar süren bir süreçte efsaneleştiler. Bunu Ortaçağ’ın katedralleri ve camileri için de yinelemek mümkün. Onları inşa edenler, ter ve hatta kan dökenler, seslerini duyma imkanımız olmayan bir çağda yaşıyorlardı.
Rönesans öncesi mimarlarının adlarını, yaşamlarını, marifetlerini, mücadelelerini bilmiyoruz. Ama 15. yüzyıldan başlayarak “eser”in ve onu var eden mimarın kişiliğini, yaşam öyküsünü biliriz. Çünkü modern burjuva kamusallığı doğdu. Artık bir zamanlar görülmez olanlar görünürlük kazandılar. Modern dünyada mimarlık ve mimarlar önceleri hiç söz konusu olmayan bir toplumsal görünürlük edinmeye başladılar. Onları görünür kılan medyatik etkinlikler başladı. Kitaplar yazıldı, ardından mimarlık dergileri yayınlanmaya başladı, nihayet dijital mecralar doğdu. Hepsi de hala görünürlüğü tırmandırmayı sağlıyorlar. Mimarlık ödülleri de bunlara eklenen yeni bir mecra. 19. yüzyılın sonlarından önce yoktular.
Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin Türkiye’deki mimarlık pratiğine ve mesleki kültüre etkileri nelerdir?
Bugün mimari mekânlarda yalnızca yaşamıyoruz; mimarlık ürünlerini de, mimarları da efsaneleriyle değil, adları sanlarıyla tanıyoruz. Çeşitli temsillerini görüyoruz. Onlara ilişkin doğru - yanlış fikrimiz o sayede var. Çünkü tüm toplumsal pratikler gibi mimarlığın da bilgi ve pratiğinin farkında olmanın yolu, onu merak etmenin, üzerinde düşünmenin imkanı, görünürlüğünün ve tartışılıyor olmasının gerekliliğiyle bağlantılı. Bilimin herkesin gündelik yaşamına bir biçimde dokunabilmesi için Nobel gerekiyor. Her yıl çevrilen binlerce filmin yarattığı bolluk ortamında sinemadan konuşmayı sağlamak için Oscar gerekiyor. Mimarlık ödülleri de bunun için var. Fakat Türkiye’nin Mimarlar Odası tarafından tesis edilmiş bir ödüle kavuşması için 1988’e kadar geciktiğini de dikkate almak zorundayız. Mimarlığımızın modern kamusallaşması çok gecikmiş bir süreç ama Oda’nın yalnızca bunu başlatmasının bile çok önemli bir başarı olduğunu ve mimarlık alanına önemli katkı yaptığını söyleyebilirim. O sayede mimarların ve eserlerin adlarını duyuyor, önemsenmesi gereken bir toplumsal pratikten ve ürünlerinden konuşuyoruz.
Çağlar boyunca mimarlık yapıtlarının eskidikçe değer kazanma durumu artık koruma alanında ilkesel bir parametre olarak kabul edilir. Oysa, güncel bir yapının döneminin önemli bir temsilcisi olarak korunmasında yeni değerler tanımlaması yapılmakta. Dolayısıyla ödül kazanan yapılara da böyle bir değer atfedilmiş olmakta. Türkiye’de kültür varlıklarına ilişkin tescil yönetmeliği “önem ve özellikleri bakımından korunmalarına gerek görülmesi veya bu yapıların ait oldukları dönemin kendine özgü niteliklerini anlatan belge niteliğinde olması” diye tanımlasa ve bu yönde girişimler olsa da, 19 ödül dönemindeki seçki içinden bir tek yapının bile henüz kültür varlığı statüsü kazanmamış olması üzücüdür.
Zaman içinde ödüllerin temsiliyetinde ve ödüllendirilen mimarlık anlayışlarında ne tür dönüşümler gözlemlenmektedir?
Ulusal Mimarlık Ödülleri bağlamında özellikle koruma alanıyla ilgili ödüllerin verilişi 1990’da “Yapı Dalı Koruma Sanatı” kategorisiyle başladı. Başlığı pek de doğru oluşturulmamış bu ödül 2000’den itibaren “Yapı Dalı Koruma Yaşatma Başarı Ödülü” olarak adlandırılmıştır. Erken yıllarda yurtdışı çalışmalar proje dalında ödüllendirilirken 2006’da Koruma - Yaşatma Başarı Dalı olarak ayrıca tanımlanan kategoride bir ödül yurtdışı uygulamaya verilmiştir. Yapı Dalı alt kategorilerinin bir diğeri de önce “Kentsel Tasarım” sonra “Yaşam Çevresi” olarak tanımlanan, 2006’da “Çevre Dalı” olarak adlandırılan kentsel dönüşüm projesi uygulamalarına yönelik olmuştur. 2008’de tekrar Yapı Dalı alt kategorisi olarak tanımlanan Koruma Yaşatma Başarı Ödülü 2016’dan başlayarak Proje Dalı alt kategorisi olarak da verilmekte. 2018’de bu kez de Yapı / Koruma ve Yapı / Çevre olarak tanımlaması tercih edilmiştir. Dolayısıyla, ödüllerin, 2022 jüri raporunda ayrıntılı vurgulandığı üzere, başvurular ve jüri değerlendirmelerinin değişkenliği ve tercihleri üzerinden verilmesi kaçınılmazdır.
Ödül kazanmanın, mimarların ya da ofislerin mesleki yolculuğuna katkısı nedir?
Mesleki yaşamını akademide sürdürmüş olunca, kendi adıma bireysel memnuniyet dışı bir kazanımdan söz etmem mümkün olamıyor. Öte yandan tanınırlığı giderek artırıcı bir katkısından söz edilebilir.
Ödül süreci ya da yapısına dair meslek ortamında dile getirilen görüşler nelerdir?
Mimarlık ortamının son 15 yıldır giderek heyecanını ve toplumsal ilgiyi kaybettiği gözlenmekte. Pritzker, Eumies ve Aga Khan ödülleri de eskisi kadar gündem oluşturmuyor. Toplumsal ilgiyi ayakta tutan mecralar da yön değiştirdi. Mimarlık medyasının dijital ortama taşınmasıyla artık ödül enflasyonundan bile söz edilir hale gelindi. Daha çok ödül ve daha fazla görünürlük kazanma yolu açıldı. Sayısı artan yeni ödüllerle mimarlık alanında kurumsallaşmış ödüllerin farklı süreçleri var. İki temel kategori, aday gösterilen ve de tasarımcıları tarafından başvurulan ödüller olarak tanımlanabilir. MO Ulusal Mimarlık Ödülleri her iki durumu kapsayıcı olarak kurgulanmıştır, ama enflasyonist ödül ortamında mesleki saygınlığını ve heyecanı sürdürebilmekte zorlandığı söylenebilir. Bazı yeni kategoriler ve özellikle anma programıyla daha uzun süreli bir etkinlik olması hedeflenmiş olsa da istenen sonucun elde edilebildiği kanısında değilim.
***
Kerem Erginoğlu
Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin Türkiye’deki mimarlık pratiğine ve mesleki kültüre etkileri nelerdir?
Öncelikle Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin hafıza oluşturma konusunda çok önemli bir görev üstlendiğini düşünüyorum. Türkiye’de arşivleme bilincimiz maalesef çok zayıf. Hemen hemen her sektörde bu böyle. Ulusal Mimarlık Ödülleri bu konuda önemli bir misyonu yerine getiriyor. Ayrıca nitelikli mimarlık üretilmesinin teşviki için bu tip ödüller son derece faydalı. Ulusal Mimarlık Ödülleri mimarlık ve tasarım hakkında bir bilinç oluşturulması, kamuoyu yaratılması ve eleştirel mimarlık ortamının gelişimine de katkı sağlıyor.
Zaman içinde ödüllerin temsiliyetinde ve ödüllendirilen mimarlık anlayışlarında ne tür dönüşümler gözlemlenmektedir?
Ben ilk Ulusal Mimarlık ödülümü 1992 yılındaki yüksek lisans mezuniyet projemle grafik sunuş dalında kazanmıştım. Ankara Karum İş Merkezi’nde, çok üst düzey katılımlı bir davette, dönemin önemli bir bakanının elinden almıştım ödülü.
Sanırım ilk yıllarda ödülün etki alanı çok daha genişti. Yıllar içinde sadece küçük bir çevrenin ilgilendiği, kamuoyuna ya da mimari ile ilgili diğer paydaşlara ulaşamayan bir organizasyon halini aldı. Halbuki yapılan iş çok değerli. Bunun daha fazla görünür olması, daha çok kişi tarafından bilinmesi ve kabul görmesi gerekir.
Ödüllendirilen mimarlık anlayışının değişmesi de kaçınılmaz. Türkiye’deki mimarlar veya Türkiye mimarlığı da dünyada olan bitenden etkileniyor. Yapım teknolojileri ve yapıların söylemleri ile bir süreklilik ve paralellik oluyor. Seçilen projelerle ilgili jürilerin yorumları, seçilme kriterleri zamanın ruhuna göre değişebiliyor.
Geriye dönüp baktığımızda ‘bu binaya mı ödül verilmiş’ denebilecek yapılar olabilir. Ama onlar o dönem için mihenk taşlarıydı. Bunun da yine hafızaya katkısı büyük. Çünkü o yapının neden öyle yapıldığının altında sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi ya da coğrafi birçok sebep yatıyor. Zaten bu nedenle “Mimarlık, bir toplumun taşla yazılan tarihidir.” diyoruz.
Son 15 yılda dünyada ve Türkiye’de ödül organizasyonları hızlı şekilde arttı ancak ödüllerin itibarı dramatik bir şekilde düştü. Ticari kaygılarla yapılan bir takım organizasyonlardan alınan ödüller gösteriş ve satış için sorumsuzca kullanılıyor. Ulusal Mimarlık Ödülleri ise bu konuda itibarlı duruşundan hiç ödün vermedi. Jürinin her zaman çok değerli isimlerden oluşması ve odanın bu organizasyona verdiği önem bunu sağlayan en önemli sebepler. Bundan dolayı bizim de her zaman önemsediğimiz ve katılmak istediğimiz bir organizasyon olmuştur.
Ödül kazanmanın, mimarların ya da ofislerin mesleki yolculuğuna katkısı nedir?
Bu sorunun yanıtı kendi mesleki yolculuğum içinde saklı. Az önce bahsettiğim gibi, mezuniyetten iki yıl sonra UM ödülü gibi itibarlı bir ödül kazanmak, bana genç yaşta önce tek başına çalışma, sonra da Hasan’la şirket kurma gücünü vermişti. Daha sonraki yıllarda da farklı dallarda ve çok farklı projelerle UM ödülüne layık görüldük. Her seferinde bize, ekibimize ve işverenlerimize müthiş bir gurur vermiştir. Doğru yolda olduğumuzu hissetmek, zor da olsa nitelikli işler yapmanın saygın bir kitle tarafından takdir edildiğini görmek insana devam etme gücü veriyor.
Ödül süreci ya da yapısına dair meslek ortamında dile getirilen görüşler nelerdir?
Ulusal Mimarlık ödüllerinin kamuoyu ve paydaşlar arasında yarattığı etki alanının ilk yıllara kıyasla daralması önemli bir sorun olarak görülüyor. Hatta bazı meslektaşlarımız artık proje gönderme konusunda pek istekli davranmıyor olabilirler.
Adaylık süreci ile ilgili şöyle bir eleştirimiz olabilir. Biz yurt dışında yaptığımız bir projeyi bu sergiye yollayabiliyoruz. O projenin o ülkenin hangi kuralları çerçevesinde yapıldığı, ÇED raporu olup olmadığı ya da çevreyle nasıl bir ilişki kurduğu gibi konuları jüri üyeleri bilmiyor. Ama Türkiye’de hiçbir sorunu olmayan, imar kurallarına uygun, iskanı ve oturma belgesi bile olan yapılar bazen bir küçük çekinceden dolayı (yarışma) ‘seçki’ dışı bırakılabiliyor. Eğer bir mimarlık suçu var ise bunun tüm ülkeler için aynı standartta değerlendirilmesi gerekmez mi? Azerbaycan’da bu suçu yapmak serbest ama Türkiye’de olunca mı sorun? Bana göre bu, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.
Bir de katılabileceğimiz proje sayısının kısıtlanması konusu yeniden değerlendirilebilir. Sonuçta bu bir üretimdir. Bir ofis belki o yıl tek proje üretmiştir başka biri çok fazla üretmiştir. Türkiye mimarisi hafızasının oluşturulması için en doğru mecra burası ise üretilenlerin hepsinin bir şekilde değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Örneğin sergilenecek ve ödül alacak projeler seçilir ama ‘en azından’ dijital olarak tüm projelerin sergilenebileceği bir platform oluşturulabilir.
***
Hüseyin Kahvecioğlu
-Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin Türkiye’deki mimarlık pratiğine ve mesleki kültüre etkileri nelerdir?
-Zaman içinde ödüllerin temsiliyetinde ve ödüllendirilen mimarlık anlayışlarında ne tür dönüşümler gözlemlenmektedir?
-Ödül kazanmanın, mimarların ya da ofislerin mesleki yolculuğuna katkısı nedir?
-Ödül süreci ya da yapısına dair meslek ortamında dile getirilen görüşler nelerdir?
Türkiye mimarlık pratiği, Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze uzanan yüz yıllık bir yolculukta, toplumsal, ekonomik ve kültürel değişimlerin etkisiyle sürekli evrilmiştir. Başlangıçta modernleşme, çağdaşlaşma ve ulus kimliğini yansıtma hedefleriyle, mimarlık ulus inşasının bir aracı olarak yüksek ideallerle biçimlenirken, zaman içinde ekonomik, politik ve sosyal dinamikler ile küreselleşmenin etkisiyle, bu yüksek ideallerden “hizmet üreten bir sektöre” dönüşüm yaşanmıştır. Bu kısa tarihsel arka plan, Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nin önemini daha görünür kılmaktadır. Zira sergi ve ödül programı, bir asırlık yolculuğun son kırk yıllık dönemini kesintisiz belgeleyen ve arşivleyen nadir platformlardan biridir. Sadece ödül alan yapı ve projelerle değil, adayların ve tüm katılımların yer aldığı katalogları aracılığıyla, sosyo - ekonomik değişimler, malzeme ve teknoloji olanaklarının genişlemesi, yeni rollerin ve aktörlerin ortaya çıkması ve global mimarlık trendlerinin yerel bağlamla etkileşimi gibi önemli kırılma noktaları izlenebilmektedir. Bu yönüyle program, Türkiye mimarlık kültürünün hafızasını oluşturmak ve geleceğe taşımak açısından önemli bir işlev üstlenmektedir.
Ödüllerin temsiliyetinde ve ödüllendirilen mimarlık anlayışında zamanla, dünyadaki güncel mimarlık anlayışlarının nitelikli örneklerine daha fazla prim verilmesi, Türkiye mimarlığının küresel bağlamla entegrasyonunu ve çağdaş yaklaşımlara açıklığını göstermektedir. Bu durum belli açılardan olumlu gelişmelerin göstergesi olarak kabul edilse de, çoğu zaman - dünyadaki eğilimlere paralel olarak - tasarımda “yerin” ve “bağlamın” zeminini zayıflatmakta, yerine hızlı iletişim mecralarıyla yayılan “imgesel kaliteleri” ön plana çıkartmaktadır.
Ödüller ve sergiler üzerinden okunabilecek bir diğer önemli konu, ilk dönemlerde yapılan değerlendirmelerde “prestijli ve büyük ölçekli” yapıların veya zamanın önemli isimlerince yapılan işlerin daha ön plana çıkmasına karşın, bu tavrın zamanla yerini daha kapsayıcı ve çoğulcu bir yaklaşıma bırakmasıdır.
Ödül kazanmak, mimarların ve ofislerin mesleki yolculuğuna görünürlük ve motivasyon kazandırıyor. Bu yüzden ulusal ve uluslararası pek çok ödül programı yoğun ilgi görüyor. Ancak farklı sektörel kaygılar taşımaksızın mimari niteliğe odaklanan Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin çoğu mimar ve ofis tarafından ülke içindeki en prestijli mimarlık ödülleri olarak algılandığını söylemek mümkün. Ulusal platformda tanınırlık sağlayan bu ödüller, akademik ve uluslararası çevrelerde örnek teşkil ediyor.
Ödül süreci ve yapısına dair meslek ortamında tartışılan konuların başında yapıların genel olarak sadece temsil üzerinden değerlendirilmesi konusu öne çıkıyor. Yapı dalı ödüllerinin mümkün olduğunca yerinde incelenerek değerlendirilmesi yönündeki önerilerin sürece yansıması, tasarımların bağlam, kullanıcı ve işlev boyutlarının daha iyi kavranmasına ve “nitelikli yapı” ile “iyi mimarlık” arasındaki farkın netleşmesine imkan sağlayacaktır. Ödül süreci ve yapısına dair bir başka tartışma, ana hatlarıyla 80’li yıllarda belirlenmiş çerçevenin zaman içinde geliştirilse de, bugünkü mimarlık üretimine göre daha kapsamlı bir şekilde güncellenmesi gerektiği üzerine. Zira aradan geçen sürede yapı tipolojilerinden yeni işlevlere veya mimarlık üretiminin niceliksel düzeyine kadar önemli gelişme ve değişiklikler oldu. Ödül sayıları, kategorileri, katılımların sergi ve yayını gibi konularda yapılacak düzenlemeler, programın rolünü ve etkisini güçlendirebilir. Böylece Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, Türkiye mimarlığının güncel durumu, geçmişi ve geleceğine dair kapsayıcı bir envanter ve tartışma platformu olma işlevini daha da geliştirebilir.
***
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri Üzerine Düşünceler
Mert Uslu
Ulusal Mimarlık Ödülleri, yalnızca mesleki başarıları onurlandıran bir program değil; aynı zamanda Türkiye’deki mimarlık kültürünün izini süren, bu kültüre yön veren ve onu kayıt altına alan bir bellek kurumu niteliğindedir. Her iki yılda bir düzenlenen bu süreç, zamana direnen yapıları, kavramsal yaklaşımları ve mimari pozisyonları görünür kılar. Böylece mimarlık pratiğinin yalnızca inşa edilen tarafına değil, düşünsel zeminine de katkı sunar.
“Zamana direnen yapılar” derken yalnızca fiziksel olarak ayakta kalabilmiş olanlardan söz etmiyorum. Burada mesele, bir yapının ya da yaklaşımın, değişen beğeniler, ekonomik dalgalanmalar ve dönüşen politik atmosferlere rağmen hala anlam üretmeye devam etmesidir. Bu tür yapılar ve fikirler, bir dönemle sınırlı kalmaz. O dönemi aşarak başka zamanlarda da yankı bulur. Çünkü mimarlık, yalnızca o anın ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmeyip, gelecekte de anlaşılmaya ve okunmaya devam eden bir dildir.
Mimarlığı, yalnızca teknik bir üretim olarak değil; aynı zamanda bir düşünce biçimi, bir kültürel tavır ve çoğu zaman da zamanla kurulan bir diyalog olarak görürüm. Bu bağlamda, Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin, mimarlığı bir pozisyon alma biçimi olarak ele alan yaklaşımlara alan açması kıymetlidir. Bir yapının, bir fikrin ya da bir tutumun mimarlık ortamında değer görmesi, çoğu zaman o üretimin arkasındaki mesleki yalnızlıkları da görünür kılar. Kolektif hafızada iz bırakır ve genç kuşaklara cesaret verir. Çünkü mimarlık içsel olarak çoğu zaman yalnız bir eylemdir. Göz önünde olan her üretimin ardında, çoğu zaman görünmeyen bir mücadele, sessiz bir ısrar ve inşa edilmemiş projelerin hayal kırıklıkları vardır. Yüzeyde parlayan örneklerin ötesinde, başka türlü düşünenlerin, zamanın ruhuna uymayanların, geri çevrilen fikirlerin ve tamamlanmamış üretimlerin de bir mimarlık hikayesi vardır. Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin bu sessizliği duyması, yalnız kalan çabaları görünür kılması ve mimarlık üretiminin çok katmanlı doğasını yansıtması, onu yalnızca bir ödül süreci olmaktan çıkarıp, bir kültürel arşive dönüştürür. Bu ödül programı sayesinde yalnızca başarılar değil; ısrar, sabır ve mimarlığın düşünsel alanında sürdürülen arayışlar da takdir edilir. Bu yalnızlıkta yalnız olmadığını görebilmek çok kıymetli.
Ödüllerin temsiliyetinde ise zamanla belirgin dönüşümlerin yaşandığını gözlemleyebiliriz. 2000 yılı öncesinde kamusal yapıların ön planda olduğu bir mimarlık üretimi hakimken, 2000’li yıllarla birlikte, Türkiye’de hız kazanan kentleşme dinamiklerine paralel olarak daha bireysel, özel alanlara odaklanan projeler öne çıktı. Yakın dönemde ise bu projelerle birlikte bağlamla daha güçlü ilişkiler kuran, yerellik ve sürdürülebilirlik arayışındaki üretimlerin görünürlüğü arttı. Bu dönüşüm yalnızca mimari biçimleri değil, aynı zamanda mimarlığın düşünülme ve temsil edilme biçimlerini de değiştirmektedir. Ancak bu değişim her zaman doğrusal, ilerlemeci ya da kapsayıcı bir çizgide ilerlememektedir. Zaman zaman biçimsel ve estetik değerlerin öne çıkarılması, mimarlığın politik, etik ya da mekânsal adalet gibi daha derin boyutlarını gölgede bırakabiliyor. Oysa mimarlık, yalnızca iyi tasarlanmış nesneler değil, aynı zamanda eleştirel bir pozisyon, bir söylem ve bir toplum tahayyülüdür. Bu nedenle ödül sistemlerinin yalnızca sonuçlara değil, niyetlere ve süreçlere de bakabilmesi, görünür olanın ötesine geçerek sessiz direnişlere, deneysel arayışlara ve yerel çabalara da alan açabilmesi mimarlık kültürümüzü geliştirmek için önemli olabilir.
Bugün birçok ödül programının ticari bir endüstri haline geldiği ve bazen tanınırlığın, düşünsel derinliğin önüne geçtiği bir ortamda, ödül mekanizmalarının kendi araçlarını ve ölçütlerini eleştirel süzgeçten geçirmesi büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, yalnızca bir ödüllendirme aracı değil aynı zamanda mimarlık kültürünü tartışmaya açan, çeşitliliği yansıtan ve düşünsel zenginliğe alan tanıyan bir yapı taşı olarak değerlidir.
Ödül kazanmanın mimarın mesleki yolculuğuna katkısı yadsınamaz. Tanınırlık, görünürlük ve kabul, mimarın mesleki özgüvenini ve çevresiyle kurduğu ilişkiyi dönüştürebilir. Ancak bu katkının yalnızca dışsal onayla sınırlı kalmaması gerekir. Asıl değerli olan, ödülün mimara kendi pratiğini sorgulama, derinleştirme ve yeniden kurma fırsatı sunmasıdır. Ödül, bir sonuç değil, çoğu zaman yeni bir başlangıç ya da bir düşünme eşiği olabilir. Bazı durumlarda ise bu görünürlük, mimarın mimari pozisyonunu savunabileceği, daha güçlü bir kamusal zemin yaratır.
Ödül sistemlerinin kapsayıcılığının artmasının, mimarlıkta eleştiri kültürünün yeniden canlandırılması, yalnızca öne çıkanların değil, dışarıda kalanların da sözünün duyulması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Ödüllerin ardından açık, tarafsız ve yapıcı bir eleştiri platformunun oluşması, yalnızca projeleri değil, jüri tercihlerini, söylemsel yönelimleri ve temsiliyet biçimlerini de tartışmaya açabilir. Aynı zamanda, 1988’den bu yana biriken jüri kararlarının ve ödül tercihlerinin ardındaki düşünsel eğilimler, Türkiye mimarlığının geçirdiği kültürel ve politik dönüşümleri anlamak açısından kıymetli bir arşiv katmanı oluşturur. Bu arşivin okunması, ödüllerin yalnızca bugünü değil, geçmişle kurduğu ilişkiyi de görünür kılar.
Tüm bunların ötesinde, bugünün mimarlık ortamında, özellikle genç kuşakların sessizce sürdürdüğü üretimlerin de dikkate alınması gerekir. Sınırlı kaynaklarla, yerel bağlamlarda, çoğu zaman görünmeden ama dirençle sürdürülen bu çabalar, mimarlığın dönüştürücü potansiyelini barındırır. Ödül sistemlerinin bu tür sessiz direnişleri fark edebilmesi ve kapsayabilmesi, mimarlığı yalnızca temsil edilen biçimleriyle değil, yaşanan, sorgulanan ve dönüşen bir pratik olarak kavramamıza yardımcı olur.
Son olarak Ulusal Mimarlık Ödülleri, sadece “iyi mimarlık örnekleri” değil, “iyi mimarlık soruları” da biriktirmelidir. Mimarlığın kültürel, etik, felsefi ve yaşamsal katmanlarını dikkate alan bir ödül sistemi, sadece bugünü değil, geleceği de besler. Mimarlık üretimin yalnızca inşa edilen değil, aynı zamanda tahayyül edilen bir kavram olduğunu hep aklımızda tutmalıyız.
***
Semra Uygur
Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin Türkiye’deki mimarlık pratiğine ve mesleki kültüre etkileri nelerdir?
Her iki senede mimarların ulusal sergiye sunmak için hazırlık yapmaları, sunmaları üretilen projelerin toparlanması, arşivlenmesi için önemli bir ortam oluşturuyor. Ancak mesleki denetim yapılmayan projelerin sergiye alınmıyor olması, ortam hakkında eksik bilgilendirme olmasına neden oluyor. Mimarlar Odasının, temsil ettiği üyelerinin mesleki faaliyetleri ve mimarlık üretim standartları ile gerektiği kadar ilgilenmiyor olması, mesleki denetim yapılması zorunlu değilse, mimarların mesleki denetim yaptırmak için istek uyandırmadığı bir gerçek. Bu nedenle mimarlık ürünlerinin belgelenmesi amacını tam olarak yerine getiremiyor. Bu sebeple araştırma arşivi olarak kullanılmasını da kısıtlıyor.
Mimarlık pratiğine ve mesleki kültüre katkısının olabilmesi için, ödül sonrası Mimarlar Odası’nın, tüm jüri üyelerinin bulunduğu, projelerin tümünün sergilendiği geniş katılımlı tartışma toplantılarını düzenlemesi ve yoğun tartışmalar olmasını desteklemesi bir yol olabilir.
Jüri değerlendirmesi kapalı ortamda yapıldıktan ve seçimler belirlendikten sonra hiçbir şekilde tartışılmaması, jürinin seçimlerinin tartışılmıyor olması ülkemizdeki diğer kurum işleri şeklinde yürümesi mimarların düşüncelerini paylaşamaması baştan mimarlık kültürüne katkısını ortadan kaldırmaktadır.
Zaman içinde ödüllerin temsiliyetinde ve ödüllendirilen mimarlık anlayışlarında ne tür dönüşümler gözlemlenmektedir?
Radikal dönüşümler gözlenmiyor. Yeni bakışlar yeterince oraya çıkartılamıyor. Ödül verilen projelerin, ufuk açıcı yol açıcı, ortamı etkileyebilecek nitelikleri olmasındansa popülerliği, bilinirliği olan ve moda olanların öne çıktığı, gözlenmekte. Bu durum jüriyi oluşturan meslektaşlarımızın bakış açıları ile anlaşılabilir. Ayrıca, jürinin seçim çalışmalarına ilişkin jüri çalışma tutanaklarının açıklanmaması nedeniyle süreç içindeki jüri çalışmalarında nelerin tartışıldığı, neleri önemsedikleri öncelikleri hakkında bilgi edinilebilmesini yanıtsız bırakıyor.
Ödül kazanmanın, mimarların ya da ofislerin mesleki yolculuğuna katkısı nedir?
3 defa yapı dalı ödülü alan bir mimar olarak, mesleki yolculuğumuza herhangi bir katkısını görmedim. Konu yalnızca meslektaşlar arasında tebrik edilecek bir durum olmaktan öteye geçmiyor. Ödüller, mimarların sergi nedeniyle etkinlik ortamında buluşup sohbet etmesinden başka katkısı olduğunu düşünmüyorum. Bu durumun asıl nedeni Mimarlar Odası’nın, ortamda kendisini mimarlık konuları ile değil siyaset ile yer almasından kaynaklandığını düşünüyorum.
En son 2018 XVI. Ulusal Mimarlık Ödülleri kitap haline getirildi. Sonrasında 2020 XVII, 2022 XVIII. ve 2024 XIX. ödül ve sergi dönemine ilişkin kitabının hala basılmamış olması da Mimarlar Odası’nın konuya nasıl baktığının bir göstergesidir. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nin mimarlık kültürüne yeterli katkıyı sağlamamasının yanı sıra, mimarlık pratiğinin hafızasını oluşturma ve kayıt altına alma amacını da yerine getiremez oldu.
Ödül süreci ya da yapısına dair meslek ortamında dile getirilen görüşler nelerdir?
Ortamda Ulusal Mimarlık Ödülleri ve Sergi programının devamlılığını sürdürmesi önemseniyor olmakla birlikte jüride yer alan meslektaşlarımızın ödül verdikleri işleri yeterince analiz etmedikleri, yapılmış işlere verilen ödülleri yerinde görmeden ödül vermiş olmalarının çok yanlış olduğu, Büyük Ödül’ün, mimarın yaşına bağlı olarak adeta sıraya konulmuş olması mimarlık ortamında en çok konuşulan ve eleştirilen konulardır.
Sonuç olarak meslek örgütümüzün devam ettirdiği bu önemli süreçte, sergiye mimarlar dışında diğer meslek gruplarının ulaşımının sağlanması, mimarlığın toplumsal bir hizmet olduğunun ve mimarlığın toplumun tüm kesimlerini ilgilendirdiği gerçeğinin altının çizilerek sergi aracılığı ile anlatıldığı, ortamlar oluşturulması gerekir. Mimarlar Odası’nın toplumdaki bilinirliği ile ulusal sergi ve ödüllerin toplumdaki karşılığı da eşdeğerdedir.
Önerilerimi de paylaşmak isterim.
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, Mimarlar Odası Genel Kurulu içinde bir etkinlik olarak algılanmamalı. Genel Kurul için gelen meslektaşlarımızın orada olma nedenleri farklı. Ödül töreni ve sergi açılışının genel kuruldan bağımsız olarak yapılması, Mimarlar Odası’nın ve yönetiminin ödül ve sergiye verdiği değeri ifade edecektir. Ödüller ve sergi genel kurul kulisleri arasında kaynamayacaktır.
Kurulacak bir komisyon aracılığı ile ülkenin her yerinde yapılan mimarlık hizmetlerinin araştırılması, kendini ortaya çıkarmayan meslektaşların ve yaptıklarının fark edilmesi önemli olacaktır.
Ödül programının günleştirilmesi, yeniden işlevlendirme adı ile ödül konulması devamlı yıkıp yapma alışkanlığına karşı bir tavır olacaktır.
Mimarsız mimarlık ürünleri araştırılmalı ve ödül verilebilmesi düşünülmeli.
Yapı dalı ödül adayları olarak belirlenen yapıların, jüri üyelerinin tümünün katılımı ile görüldükten sonra ödüllendirilmeli.
Yapı dalında ödül alan yapılara plaket çakılması geleneği sürdürülmeli. Bu plaketler özel olarak tasarlanmalı.
Henüz yayınlanmayan 17,18 ve 19. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri kitapları acilen çıkartılmalı. Henüz çıkmayan bu kitaplarda ödüllere ilişkin ve serginin tümüne ilişkin yorumlar yer almalı. Bundan sonraki yayınlarda da devam ettirilmeli.
Saygılarımla…
***
Ulusal Mimarlık Ödülleri Üzerine: Taşrada Uygulama ile Merkezde Temsiliyet Arasında
İbrahim Canbulat
Kökleri Balkanlar’a dayanan yapı ustalığı geleneğinden gelen bir ailenin üyesi olmak, mimarlıkla ilişkimi mesleki sınırların ötesine taşımıştır. Ailemdeki bazı bireyler yaşamları boyunca kalfa ve usta olarak çalıştı; onların sezgisel bilgi birikimi, malzeme terbiyesi ve el yordamıyla oluşturdukları yapım anlayışı, bugünkü pratiğimin temelini oluşturur. Bu kültürel süreklilik yalnızca deneyimle değil, aynı zamanda tarihle de taşınır: Kâbe-i Şerif’i restore eden son Osmanlı mimarı olan Hasan Tahsin dedemdir. Bu miras, mimarlık anlayışımda yalnızca geçmişe duyulan saygıyı değil; kutsal olanı onarma sorumluluğunu da taşır. Günümüzde ailemde aktif olarak çalışan ondan fazla mimar bulunması ise, bu geleneğin üretken bir güncellikle devam ettiğini ortaya koyar.
Özellikle kökleri Balkanlar’a dayanan yapı ustalığı geleneğinden gelen bir ailenin üyesi olmak, mimarlıkla ilişkimi mesleki sınırların ötesine taşımıştır. Ailemdeki bazı bireyler yaşamları boyunca kalfa ve usta olarak çalıştı; onların sezgisel bilgi birikimi, malzeme terbiyesi ve el yordamıyla oluşturdukları yapım anlayışı, bugünkü mimarlık pratiğimin temelidir. Hâlâ ailemde aktif olarak çalışan ondan fazla mimar bulunması, bu kültürel mirasın sadece geçmişe ait değil, üretken bir güncelliğe sahip olduğunu da ortaya koyar.
Safranbolu gibi UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiş “müze kent” statüsünde bir yerleşimde restorasyon yapmak, mimara sıradan uygulamaların ötesinde bir deneyim sunar. Burada yapılan her müdahale, sadece bir yapının değil, tüm kentsel dokunun yeniden tariflenmesine neden olabilir. Koruma uygulamalarında, yalnızca teknik doğruluk değil, bağlamsal farkındalık da en az onun kadar belirleyicidir. Bu yönüyle Safranbolu’da çalışmak, mimarın hareket alanını yeniden tanımlayan; onu geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek arasında sorumlu bir bağ kurmaya zorlayan bir alan pratiğidir.
1993’ten bu yana gerçekleştirdiğim Gökçüler, Hacı Memişler, Betenler ve Macunağası konakları gibi restorasyonlar, yalnızca fiziksel onarımlar değil; yerel mimari kimliğin yeniden inşasına yönelik çabalardır. Bu yapılardan bazılarının, 19. yüzyılın ortasında yaşanan büyük mahalle yangını sonrası yeniden inşa edilmiş olduğunu hem malzeme izlerinden hem de dendrokronolojik analizlerden biliyoruz. Restorasyon sürecinde ayırdına vardığım strüktürel yetersizlikler - örneğin konsol hataları, aşırı zayıf taşıyıcılar, düzensiz yük dağılımı - Osmanlı evinin zaman içinde nasıl hem yatayda hem de düşeyde büyüdüğünü açık biçimde ortaya koydu. Dendrokronolojik veriler, 18. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı evinin en çok iki katlı olduğunu; günümüzde üçüncü kat olarak bildiğimiz bölümlerin çoğunlukla mevcut yapının üzerine sonradan “oturtuluverdiğini” gösteriyor. Bu da Osmanlı mimarlık tarihi yazımında tekrar tekrar dolaşıma giren bazı yapı formlarının, aslında yapım sürecinden çok dönüşüm süreciyle ilgili olduğunu ortaya çıkardı. Şu anda yayın aşamasında olan “Osmanlı Evi” başlıklı kitabımda bu gözlemlerimi geniş bir biçimde tartışıyorum.
Ancak Ulusal Mimarlık Ödülleri gibi platformlarda taşradaki bu tür üretimlerin görünürlüğü hâlâ sınırlıdır. Büyük ölçekli ofislerin ve merkezdeki mimarlık anlayışlarının baskın olduğu bir yapıda, yerelde üretilen ve sürdürülen mimarlığın temsiliyet sorunu sürmektedir. Bu nedenle, taşrada mimarlık yapanların “yüksek mimarlık” anlatısına dâhil olabilmesi için yalnızca üretimle değil, anlatı stratejileriyle de mücadele etmesi gerekmektedir.
Koruma pratiği benim için her zaman etik bir mesele olmuştur. Örneğin Gökçüler Konağı’nın restorasyonunda modern yaşamın gereksinimleriyle geleneksel dokuyu uzlaştırmaya çalışırken, hem çağdaş kullanıcıyı hem de geçmişin izini taşıyan mekânı dikkate almak zorundaydım. Sıva altı kanallı elektrik tesisatı, görünmez ısıtma sistemleri gibi çözümler, hem görünmez müdahale ilkesine hem de yapı sağlığına sadık kalmamı sağladı.
Bu çabaların yalnızca mesleki değil, uluslararası bağlamda da karşılık bulması gerektiğini düşündüğüm için, World Heritage Watch (WHW) gibi platformlara da katkı verdim. Safranbolu’nun yalnızca ulusal değil, evrensel bir miras olarak da tehdit altında olduğunu anlatabilmek, korumanın küresel sorumluluk boyutuna dikkat çekmek açısından önemliydi. Yerel yönetimlerin baskısı, yatırımcı odaklı şehircilik anlayışı ve teknik yetersizlikler, mimarın yalnızca teknik değil, aynı zamanda sivil bir aktör olarak da konum almasını gerektiriyor.
Sonuç olarak, Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin mesleki belleğe katkısı yadsınamaz. Ancak bu belleğin kapsayıcı olması için temsil alanlarının çeşitlenmesi, jüri yapılarına taşradan gelen deneyim sahibi mimarların daha fazla dahil edilmesi gerekir. Böylece ödüller, yalnızca vitrin projeleri değil; gündelik pratik içinde sınanan, sürdürülen ve yerel karşılığı olan mimarlıkları da tanıyabilir. 20. yılına yaklaşan bu platformun, mimarlık kültürünü merkezden taşraya, teoriyle uygulama arasına yayacak şekilde dönüşmesini temenni ediyorum.
***
*Resimler Mimarlar Odası Arşivi’nden alınmıştır.
Bu icerik 28 defa görüntülenmiştir.